30 Aralık 2009 Çarşamba

Bugün yeni birşey daha öğrendim

Öğlen koştur koştur yılbaşı hediyesi alabilmek için Nişantaşı City’se gittim, altkata D&R’a indim,etraf oyuncak dolu ama bir tek kitap yok. Hayırdır diyip kasaya yöneldim, ve yepyeni ve tabi ki güzel yurdumun çok mantıklı bir uygulaması ile daha karşılaşıp, ha hu eee tamam o zaman diyip çıkıverdim..Kasadaki kız şöyle dedi ‘Bir alışveriş merkezinde kitap satabilen tek bir dükkana izin veriliyor.Burada Nezih kitap satışı yaptığından biz yapamıyoruz ‘dedi.

Yani özetle; bir AVM’de 28 tane kıyafet mağazası, 35 tane ayakabıcı, 23 tane yeme içme yeri gibi tüketelim tüketelim ama yanımıza bi halt kalmasın türü yerler için bir kısıt olmazken, kitap satan ikinci bir dükkana izin yok!

Türkiye’nin İstanbul’u, İstanbul’un Nişantaş’ın da da bu böyleyse vay geldi halimize..

Sevgili Nuri Bilge Ceylan’ın dediği gibi tutkuyla sevdiğimiz, yalnız ve güzel ülkemiz böyle böyle kalkınacak..Zaten toplum olarak amacımız güzel giyinelim, iyi yerlerde yiyelim içelim, başka da bir derdimiz yok..en güzeli..

Güneşli 30 Aralık


Sabah sabah bir dolu işim var ama blog takipçilerim! herşeyden önce gelir:)

Dün akşam karşılaştığım ve her yaşımda bu davranış şekline hayretle, kızgınlıkla, utançla baktığım bir tabloyla tekrar karşı karşıya kaldım.

Yer; mesai servisi..Akşam saat 8 itibariyle kalkıyor kendisi..İçindeki insancıklar yorgunluktan sesi çıkamayan, karnı acıkmış, evine ulaşabilmek dışında hayattan o an için başka istekleri olmayan tipler..

Servise girdiğinizde ağır bir yemek kokusu ve arkada tıkınan (başka adı yok bu eylemin) bir kadın..Etrafında herkes aç ve yorgunken, kapalı dar bir alanda insan nasıl tıkınır???Nasıl bir hayvansal içgüdü, nasıl bir açlık bu??Midem şamarlar beni ,ben böyle birşey yapsam..Şükrediyorum ki, anlayış sahibi ve detaylara kafası çalışacak kadar akıl sahibiyim..

Peki ya sonrasında ne oldu..Kadın yol boyunca boğazına birşey takılmış gibi öksürüp durdu..Karma mısın, ilahi adalet misin, her neysen seviyorum seni..

28 Aralık 2009 Pazartesi

Morcheeba

you and me were meant to be
walking free in harmony
one fine day we’ll fly away
don’t you know that rome wasn’t built in a day
di mi bebeğim, di mi bebeğim?

Karanlık Pazartesi

2009 giderken içimizi karartmaya kararlı, şişmanın hastalığı ve ardından tahmin edilemez sıkıcılıkla gelen karanlık Pazartesi..

Hava yağmurlu ve karanlık, evde şişmana tavuk suyuna çorba yapmak istiyorum ben, ama gelin görün ki burada birşeyler karalayarak sıkıntımı hafifletmeye çalışıyorum.

Ne de çabuk geçiyor zaman ve mutluluk sandığımız şeyler şekil değiştiriyor, aslında sadece mutluluk da değil, sıkıldığımız, kızdığımız, herşey zamanla değişiyor,değişiyoruz.
Benim hafızam maalesef silmeye odaklı işliyor, herşeyi unutuveriyorum, sanki hiç yaşanmamış gibi oluyor bir süre sonra.İsterdim ki, ayrıntılarıyla hatırlayabiliyim herşeyi..

Bu karanlık Pazartesi tanıdığım genç ölüler geliyor aklıma, hepinize gülümsüyorum, yılbaşı umrunuzda değil biliyorum.

27 Aralık 2009 Pazar

hastalık ne menem birşey..

Şişman rahatsız sabahtan beri..sakız gibi uzayan ve ilk kez bitsin artık dediğim bir pazar günü oldu..ciddi birşey değil ama yüzü gülmedi bütün gün..evin içinde bir tatsızlık var, benim de canım bütün gün birşey yapmak istemedi..

herkes sağlığına sımsıkı sarılsın, benim şişmanım da iyi olsun artık:(

18 Aralık 2009 Cuma

hala oluyorum:)

bugün harika bir haber aldım...hiç tanımadığınız bir misafirin çok önceden geliyorum demesi gibi birşey..çok heyecanlı..

hey sen, kim olduğunu henüz bilemesem de varlığının haberi gözlerimi yaşartıyor, bakalım sen gelince ne yapacak sulugöz halan?

seni şimdiden çok sevdim..çok acele etme, zamanın gelince, ağlayarak geldim ben de yeter..

16 Aralık 2009 Çarşamba

What is your idea of happiness?

Cevabını bilip yerine getirenlerin sayısı, cevabını bilmeyenlerin milyonda biridir bence..maalesef..

.....

Kaç gündür birşeyler söylemek istiyorum, birşeyler yazmak ama kendi kendime dahi cümle kuramıyorum..

2009'un muhasebesini yapmak lazım gelir di mi yılsonu itibariyle..istemiyorum, zaten bütün sene tik tak saatlerle ve onun alarmıyla geçiyor..Bu sene harika şeyler oldu tabi, sanılmasın ki kötü bir yıldı..Eşim, evim ve blogum oldu..daha ne olsun..

ama beni birşeylerin kutlamasında hüzünlendiren birşeyler var her seferinde..Bitip bitip başlayan şeyler,2003'ler, 2005'ler, 2009'lar..hayat bir kereliğine gelmişken ne de önemsiz davranıyoruz kendisine..Ofislerde, servislerde, gri sağlıksız havalı şehirlerde tüketiyoruz..Daha fazlasını hakediyor bence..İşte tam da bu anda bu sarmal başlıyor, biliyoruz ama hareket edemiyoruz..Para denen şey, bize güvenlik, beslenme ve Maslov'un ihtiyaçlarını sağladığı için vazgeçemiyoruz. Asık suratlı tutsaklarız..Çok karamsarım di mi, ama bence olmak lazım, cidden vahim çünkü durum..Bir de bunu pazarlama malzemesi yapmıyorlar mı kan beynime sıçrıyor.(Dikkat edin son dönemdeki reklam kampanyalarında sıkıldınız bunaldınız, kendinizi mahkum gibi hissediyorsunuz, yok tatil için yaşıyoruz deyip kravatlı insancıkları tek sıra yürütmeler mi istersiniz, buna saçma çareler sunmalar mı, terbiyesizliğin bu kadarı...)

İnsan sevdiği işi yapmalı, hayat sevmediğin işi yaparak yaşamak için çok kısa..

Neyse bu bahsi kapatıyoprum çünkü ara ara böyle serzenişlerim oluyor ve böyle giderse de olmaya devam edecek.

2010'dan beklentilerimi de ayrı bir başlıkta yazmak istiyorum..

Bu da böyle gri ofis yazısı olmaya mahkum kalsın..

10 Aralık 2009 Perşembe

2009'un son filmleri

Kasım ayında sizler için izleyip beğendiğimiz filmler aşağıdaki gibi bayanlar baylar..(tek bir izleyicim bile yokken bayanlar baylar diye halka seslenmem de ilginç doğrusu)
SHRINK



İçlerinde ilki ve en güzeli harika insan Kevin Spacey'ninki...Müthiş bir ses tonu olduğunu da bu filmle farkettik kendisinin..



WHATEVER WORKS




Klasik bir uyuyakalmaya kurban gittiyse de izlediğim kadarıyla tamamlanmayı haketmiş bir filmdi..



THE DAMNED UNITED
Futbol temalı sanmayın, insan istemeye görsün'ü anlatan izlenesi bir film..Gerçek bir hikaye olması da ayrıca güzel..(hala gerçekliği seviyoruz, ne mutlu)



THE PRIVATE LIVES OF PIPPA LEE





Ne yetenekli bir karı koca bunlar!!Sean Penn'in güzel karısı en sevdiğim filmlerden biri olan She's so lovely'den sonra onun kadar olmasa da güzel bir film de başrol oynuyor.
Sean Penn'le bir ara ayrılmışlardı ama tekrar birarada olduklarına dair bir haber hatırlıyorum, yanılıyor da olabilirim..Özellikle kadınların seveceği bir film bence (bayat romantik komedi sanılmasın, alakası yok)
LOS ABRAZOS ROTOS (Nam-ı diğer Broken Ambraces)

Almadovar, diğer filmlerinde olduğu gibi sıkıcı mı değil mi, garip havası olan ama en sonunda sevdiğinize karar verdiğiniz filmler yapıyor.(benim fikirlerimle sınırlı tabi bu görüşler)



Penelope Cruz seyretmesi zevkli bir kadın, güzele bakmak herkesin hoşuna gittiğinden kolay seyredilir bir aktris.
Aşk anlatılacaksa hakettiği gibi doğrudan değil bu filmdeki gibi anlatılmalı..
veeeeeeeeeee son olarak;

IN TO THE WILD

İşte bir gerçek hikaye daha..Sean Penn beyler yönetmiş, bu çocuk ta (Emile Hirsch) oynamıştır..Filmin son sahnelerinde bu çocuğu birden zayıflamış görüp irkiliyorsunuz..Görüntüleri de ayrıca güzel..




Yaşasın sinema , film izleyin..

3 Aralık 2009 Perşembe

Dünyaya imza atmak..

Aralık ayında dünya liderleri insanlığın geleceği ile ilgili hayati kararlar almak için Kopenhag’da bir araya gelecek. Konferansın gündemi, iklim değişikliği ile mücadele olacak. Kopenhag’da dünya siyah ile beyaz arasında bir seçim yapmak zorunda kalacak. Ya küresel ısınmayı tercih edecekler ya da dünyayı...

Siz de imzanızı atın..

http://www.wwf.org.tr/page.php?ID=229

1 Aralık 2009 Salı

Tatil çıkışı

Bu sabah bir ilkle tanıştım, tartıda gördüğüm rakamları hayatımda ilk kez görmenin bedbahtlığı ile uykulu bir patetes olarak işyerinde buldum kendimi, bu saat itibariyle de hala gözlerimi ovuşturuyorum.

Haftanın 4 gün süreceği zımbırtısıyla bu hayat nereye kadar..züğürt tesellisi bunlar..

acil kilo vermeliyim, hayatımda diet yapmamış biri olarak becerebileceğimden de emin değilim..Ne yapmalıyım? Hayır diyemediğim nadir şeylerden biri olan çikolata sevdamla bir süre yolları ayırmalıyım..Beyaz ekmeğe burun kıvırmalıyım..evet bunları yapmalıyım!!

Pilatese başlamalı, yol yürümeli, hareket etmeliyim..
İyi haberler vereceğim hissediyorum (motivasyon da cabası:)

28 Kasım 2009 Cumartesi

Melek sesli şarkıcılar..



Herşeyin bir kişide olamadığına iki süper örnek..




Benim favori seslerim; Jeff Buckley ve Thom Yorke..Jeff Buckley'in muhteşem sesi ve güzel yüzünün yanında maalesef 31 yaşında girdiği Mississippi nehrinden aramıza dönememiştir.




Thom Yorke'a gelirsek, sesinin aksi istikametinde bir güzelliğe sahip olduğu aşikar..
Bu arada Deniz Seki'yi de severim..onun da başına gelenler malumunuz:)


Sorarım sizlere tüm bunlar ilahi adalet değil de nedir a dostlar:)

tebdil-i mekanda ferahlık vardır


plusone parti dizisinden yeni haberler var..

değişim her zaman iyidir..gün ve mekan değişikliği ile dırıdıdımmmmm işte gıcır gıcır sıfır kilometre partiler...
Plusone +1 partileri artık Çarşambaları, The Hall'de..


27 Kasım 2009 Cuma

çocukluk..




bana çocukluğumu hatırlatan herşeyi seviyorum, bayramlar da çocukluğumda yılın en önemli günlerinden olduğundan bugün keyfim yerindeydi..artık annem, babam ve abimden uzaktayım..3 farklı şehirdeyiz, zamanla herşey şekil değiştiriyor.önlenemez ,iyi mi kötü mü belli olmayan bir değişim bu..


Dün gece rüyamda kendimi 8-9 yaşlarımda görmüş olmamın da bu ruh halime etkisi var..Rüyamda kedi boyutlarında bir aslan yavrum vardı..tüm gece ona süt aramakla geçti:)


Yorgun argın uyandığım güneşli bayram sabahı, şişmanla elele gayet güzel geçti:)




20 Kasım 2009 Cuma

Look at my face Charlie Brown and look at your face!!

Lucy ve Charlie Brown ikilisi ile ilgili tez yazılabilir bence. Bu iki karakterin ayrı ayrı analizleri ve karşılıklı ilişkileri üzerine..
Benim favorim asıl adı Lucille van Pelt olan nam-ı diğer Lucy..ilham kaynağım..rol modelim:) Tatlı psikopat Lucy, Charlie’yi hezeyandan hezeyana sürüklüyor her seferinde. Ama ben onun en çok Charlie’nin boynu bükükten söylediği şarkılarına bayılıyorum..(Hamdidam dam hamdidam dam..) Sakin ve vakur duruşu ile kalbimde baş köşeye oturmuş durumda. Bir taraftan psikiyatride ‘dehalar’ yaratırken bir taraftan da Schroeder’e -unrequited infatuation- karşılıksız delicesine aşık olma diye tanımlanacak şekilde aşık Lucy..Karşılıksız aşkının etkisiyle olacak ki tüm acısını Charlie’den çıkarıyor.Ve Charlie Brown...Şöyle tanımlanıyor; Charlie Brown: main character; 8 and a half years old; Charlie Brown is the manager of his Little League baseball team as well as its pitcher; he is a loveable loser, full of determination and hope, but who is ultimately dominated by his insecurities and a "permanent case of bad luck", and often taken advantage of by his peers.Tanımlamalara bakar mısınız; loveable loser - permanent case of bad luck ..aslında bu tanımlamar tam da onu anlatıyor.Futbol topuna vurmayı bir türlü beceremeyen (Schulz sağolsun.) her işi ters giden, bahtsız sevimli karakter.Takipçilerinin Schulz’a, siz hayattayken bari birkerecik topa vurabilsin serzenişlerini dinlememiş ve aynı zamanda Lucy’i de çizdiğini tekrar hatırlatıvermiştir.Vasiyeti olan öldükten sonra kimsenin Snoopy’i çizmemesi üzerine gelmiş geçmiş en iyi çizgi film kahramanları da öksüz kalmıştır:(
Benim favori bölümümü de tavsiye edip bu bahsi kapatıyorum. ‘Lucy analyzes Charlie Brown’, kıyıdan köşeden youtube’a girip seyredebilirsiniz.

Hamdidam dam hamdidam dammm

18 Kasım 2009 Çarşamba

LET'S GET MORE VOTES FOR EARTH

kendi çapımda sessiz bir aktivistim..rüyalarımda bile tanımadığım insanlara azar çekiyorum, aman sizin başınıza gelse, falan filan diye..
Üye olduğum ve küçük tıklarla manevi katkı sağlayadığım iki adresi sizlerle paylaşmak isterim.Kendi kendinize 'ne olacak bu dünyanın hali' demekten sıkıldıysanız belki bir iki küçük hareket sizi iyi hissettirebilir.

Geçen sene Earthhour (WWF destekli bir proje) etkinliğinde ışıklar tüketimi protesto için 1 saat kapandı.Bu sene de az önce gelen mailde dünya için imza isteniyor.İmzalar 7-18 Aralık'ta Kopanhag'ta yapılacak olan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansında dünya liderleriyle (o da ne demekse, benim dünyamın lideri benim) paylaşılacakmış.Duyarlılıktan ödün vermeyenler için..

http://www.earthhour.org/

http://www.350.org/

16 Kasım 2009 Pazartesi

Derin kocaman bir nefes

İnsanın doğduğu yer ne kadar uzak olursa olsun her zaman yakın geliyor insana.Giresun bize 4 gün kıyak geçti, madem kalkıp gelmişsiniz güneşimi, güzelliğimi esirgemeyeyim dedi.Sağolsun.



Mendirek



Bizi takip edip Giresun'a gelen bir İstanbul B.B bankı..





Şişman ilk kez dağlara 2000 metreye çıktı.Oksijenden boğazı kaşınmış öyle dedi.Annem ve babamla kucaklaştık, derin temiz nefesler aldık, 9-6 arası meğer ne çok şey yapılabilirmiş birkez daha farkettik, vah bize dedik ama hemen unutup Giresun'a İstanbul karıştırmadık..




Sahilde takılan bir yavru..

Akla gelmeyen nedenler..

Bir aynanın karşısına geçip burnumun dikine yürümek istiyorum.içeri doğru, bir yabancı gibi boş gözlerle bakınmak..

Gördüklerime şaşırmak, nedenler bulmak, hafifçe gülümsemek istiyorum.Depresif bir insan değilimdir ama kimi zamanlar nedensiz mutsuzlaşıyorum, biraz da şımarıklık galiba. Mutluluğun hazımsızlığı ile kolkola gelen açgözlü kurt muyum neyim?

Madem öyle mutluluk nedenleri sıralamalıyım;

• Havalar soğumasına rağmen kombiyi açtığımızda evimiz hemen sıcacık oluveriyor.
• Kaztüyü uzun bir manto aldım, kapşonunu kapatınca nerdeyse gözlerim kapanacak.Sıcacık bir astronot gibi gezineceğim bu kış.
• Yepyeni gıcır gıcır kitaplarım var.
• Bembeyaz banyo dolabımız bu Perşembe kapımızı çalacak.
• Annemin turşuları bir harika.
• Şişmanın güleryüzü hep yanımda.

Yüzüm gülümseyerek yazımı bitiriyorum.

4 Kasım 2009 Çarşamba

3 Kasım 1995

Dünün tarihinin 3 Kasım olduğunu mesai servisinde telefonuma bakarken farkettim..köprüden geçiyorduk ve bu tarihin benim için bir zamanlar heyecan verici bir anısı olduğunu hatırladım.
Gözümde altın saçlı mahçup bir çocuk belirdi, çocukluk aşkım ve maalesef şu an aramızda olmayan kibar bir çocuk.
Yıl 1995..ilk ve son konuşmamızı yaptığımız gün 3 Kasım 1995'ti..ve düşündüm 14 sene geçmiş..14 koca yıl..onu alıp güzel yerlere götürmüş, beni de yağmurlu ve hüzünlü bir boğaz manzarası ve eski bir dosta..

Islak İstanbul..

Bu aralar başımın üzerine kurulmuş tombiş gri bir bulutla arkadaş olduk beraber takılıyoruz gün boyunca...çizgi filmlerde insanın peşini bırakmayan cinsten..yalan da değil aslında ne zaman dışarı çıksam somut olarak ta yağmur peşimde.
İstanbul sıkıcı bu aralar, hele geçen sabah boğazdan Üsküdar'a şöyle bir baktım da sanki binalar 'amannnn ne olacaksa olsun' der gibi omuzomuza vermiş duruyorlardı..
Değişim ne kadar önemli hayatımızda, çok büyük şeyler olmasına da gerek yok aslında, bir iki günlük kısa geziler, kırmızı oje sürmek, farklı bir yerde yemek, eski bir dostla mesajlaşmak gibi.Tabi köklü bir değişiklik yapabiliyorsanız da ne ala..çok yakın bir arkadaşım, istifasını verip soluğu İngiltere'de aldı.Heyecan verici..her sabah sokaklarda gördüğüm tanımadığım insanlar bile aynı..bu da demek ki aslında hayatın akışı içerisinde farklı olması gereken durumlar bile zamanla aynılaşıyor.veeee bu kadar negatif olmaya gerek yok, biz de ne yaptık birkaç günlüğüne kaçalım dedik..aniden biletlerimizi ve izinlerimizi alıp annemleri görmeye ve onlarla sisli dağlara çıkmaya karar verdik.Karadeniz yaylarında birgün geçirmeyi ve annemle kahvelerimizi yudumlarken dedikodu yapmayı planlıyorum..Bol bol da fotoğraf çekeceğim..tabi sizlerle de paylaşacağım:)

16 Ekim 2009 Cuma

SOS...SOS...

Bazı sabahlar kulağımda komik sohbetler yapan ikilinin eşliğinde uykulu gözlerle servisin camından anlamsızca bakar buluyorum kendimi.Ve birkaç kez yanımızdan 'Zihinsel Engelliler Yetiştirme Yurdu'na' ait bir minibüs geçti, içinde 3-5 çocuk meraklı gözlerle dışarı bakıyorlardı.Sabah sabah bir yerlere götürülüyorlar.Hayat ne garip, kimileri için ne zor..
Tabi oturup yazmak, düşünmek, görmekten ziyade birşeyler yapılabilir mi bu insanlar için? İnternetten araştırdım ve bir web sitesine ulaşamadım..Ama eminim birşeyler yapmalı diye düşünen ilk insan ben değilimdir.Araştırmalarıma devam edeceğim ve sizlerle paylaşacağım..

13 Ekim 2009 Salı

özüme dönmek istiyorum

blogumu ilk şablonuna döndürdüm, yeşili hep severim..daha iyi böyle..
ayrıca artık yemek fotosu koymayacağım, hoş gelmedi gözüme..
veeeeeee yine 'bir yolu olmalı' damarım tuttu bu aralar..sıkıntılıyım..

10 Ekim 2009 Cumartesi

deneme deneme bir ki..

Sırayla;

Cevizli kereviz salatası
Yeşil mercimek salatası
Annemin gül böreği

9 Ekim 2009 Cuma

Kabataş-sahil-sabah


Plusone +1 ve pastırma yazları..


Havalar çok güzel İstanbul'da, geceleri serin olmakla beraber, öğlenleri sıcacık oluyor. İş yerine montla gelip tişörtle devam ediyorum ne zamandır. Bu havalarda ne giyeceğini bilemiyor insan. Flipfloplarla ve botlarla takılanları aynı anda görebiliyorsunuz. Ben söylemesi ayıp her sabah boğaz kenarından yürüyerek iş yerime geliyorum, bu manzarayı ne zamandır çekmek istiyordum, güneşin sabah sabah boğazla flörtünü, kısmet düneymiş..çektiğim fotoğrafı en kısa zamanda koyacağım bloga.

Gelgelelim cuma cuma beni ve şişmanı bitkin hale getiren güzel parti organizasyonuna..Yakın bir arkadaşımızın düzenlediği parti serisinin ilki Perşembe akşamı Hayal Kahvesi'nde yapıldı.Haftaiçi yapılması ayrı keyifli oldu çünkü haftasonuna 1 gün erken başlamış hissi yarattı bende.Müzikte, içkilerin fiyatları da gayet güzeldi. Plusone kokteyli de ayrı lezzetliydi. Mekan değişiklikleri yaparak devam edecek partide İstanbul'da yaşayan yabancılar ağırlıktaydı. Eline sağlık Can arkadaşımızın..Plusone'ın ikincisi için gün sayıyoruz.

Veeee şaşırtıcı bir gelişmenin de kutlaması aynı güne denk gelince tadından yenmez oldu..Güzel Cumalar...

28 Eylül 2009 Pazartesi

neden bilmem?

bloguma seri birşeyler yazmalarım hep işyerindeyken oluyor..şu anda olduğu gibi:) psikoloji denen şey işte budur:)
neyse bu aralar şişmanla yaptığımız tatil planları beni motive etmeye yetiyor da artıyor bile..iş yerinin sıkıcılığını bile unutturuyor diyebilirim, canım sıkıldığında çıkmayı planladığımız tatili düşünüp gülümseyiveriyorum.
biz bu çarkın sıkkın dişlileri, zavallılar bizi..ne acı ki tatil için yaşıyoruz sanırım:( yine de yaşasın tatil:)yaşasın pozitivist düşünce..

27 Eylül 2009 Pazar

yemek kitabı arayanlara..


birkaç farklı kişiden duyduğum ve yemek konusunda çeşit sıkıntısı çektiğimden ne zamandır almak istediğim kitabımı dün edindin.Gönül Candaş'ın Bereketli Olsun'ununu herkese tavsiye ediyorum.Kısa ve anlaşılır ve hiçbirimizin yabancı olmadığı tarifleri vermiş.


Yeni evlenenlere tavsiye edilir..

26 Eylül 2009 Cumartesi

günün kahveleri artık evde..

starbucks house filtre kahve + sıcak süt + french press ...bunları edindiğinizde ve becerikli ellerde yoğurulduğunda günün her saati kahveniz sizinle:)

9 Eylül 2009 Çarşamba

balayından akılda kalanlar..

malum evlendim, akabinde de balayı merasimini gerçekleştirdik.Paris - Amsterdam arasında geçen balayımızdan akılda kalanları, olur da yolunuz düşerse diye aktarıveriyorum:)

İlk durağımız Paris; (gezi programı repliği :)

tabi ki Eyfel:

tam bir kabustu..gece ışıklarla daha güzel olur diye akşam saatlerinde gittiğimiz Eyfel'den Fransızlar'ın yabancılara yaptığı turistik işkence olduğuna karar vererek ayrıldık.Saat 9 sularında bilet sırasında başladığımız sırada durma eylemlerimiz gece 12 de Eyfel'in merdivenlerini koşarak kaçarcasına inmemizle son buldu.Her katında asansör sırası bekliyorsunuz ve kesinlikle düzen diye birşey yok.İtiraf etmek gerekirse ışıklı bir şehir görüp iniyorsunuz, çok ta bir cazibesi yok en tepeye çıkmanın, yorgunluğunuz yanınıza kar kalıyor.

Laduree:

Paris'in 1800'lü yıllardan kalma meşhur pastanesi.Paris'te birkaç farklı yerde rastladığımız tatlı yeşil görüntüsü ve kalabalığıyla merak edip girdiğimiz ve her renk makaronlarından (doğru yazdığımdan emin değilim:) alarak yolumuza devam ettiğimiz pasta cenneti.Ağızda eriyen bu tatlı şeylere bayıldık.

Beyaz dönme dolap:

Louvre'a yakın olan meydanda (adını hatırlayamıyorum) ki zaten çoğu yerden de görülebiliyor, hayatımda gördüğüm en büyük dönme dolabı farkediyorum ve şişmana binelim binelim diye tutturuyorum.Kocaman bembeyaz bir dönmedolap bu.Eyfel'e çıkmanıza hiç gerek yok, dönmedolap sayesinde Paris manzarasını yaklaşık 5 dakika dönerek izleyebiliyorsunuz.

Uykum geldi:) Devam edeceğim..

7 Eylül 2009 Pazartesi

Gidebilenler..


bu başlığı araştırdım google'da..yapabilenler var çünkü biliyorum..nasıl yaptılar, nasıl bu saçma koşuşturmacadan kendilerini çekip alabildiler? ipuçları aradım ama ilk bakışta bulamadım herhangi birşey..sırf para kazanabilmek için bütün bu yapaylığa hergün katlanmak zorunda mı insan?
ben hiçbirşeyin başkanı olmak istemiyorum, aslında birşeylerin başında olmak gibi bir derdim de yok.Tek istediğim sabah uyanmalarında hevesle birşeyler yapıyor olabilmek ve yapacaksam da gerçek birşeyler, yararımın dokunacağı birşeyler yapmak istiyorum.
Geçen şişmanla konuşuyoruz, önümüzdeki 5 yıllık planımızı yapmalıyız bir an evvel, ben 10 yıl sonra birkaç title yükselmiş ama bunun karşılığında hayatımın 10 yılını satmış olarak bulmak istemiyorum kendimi..

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Merhaba ben evlendim:)


Rivayete göre Giresun adasında amazonlar yaşarmış..Giresun doğumlu olmama ve yaklaşık 10 sene oturmama rağmen gitme fırsatım olmadı ama sırtımı Karadenizin tek adasına yaslayarak kocaman 'EVET' dedim ben bu Cumartesi (08.08)..Resmi olarak evli bir insanım , kına gecem bile oldu:) ve ellerimde turuncu yuvarlaklarla yazıyorum bu satırları size..
Ne yalan söyleyeyim bir fark olmadı doğal olarak, zamanla evlilik nasıl gidiyor belki paylaşırım:)
Ama herşey çok güzeldi, Karadeniz'e yakışan gri bulutları ve beyaz dalgalarının eşliğinde evlenmek hoşuma gitti:)

30 Temmuz 2009 Perşembe

Geri sayım başladı.15,14,13..

Düşündüm de belki de hayatımda bugünlerimi yaşayacağım ikinci bir zaman dilimi olmayacak.(umarım olmaz.)
Bekarlığa vedama 2 haftacık kaldı.Bütün bu koşuşturmaca, hazırlık, teferruat, alışveriş, stres, aslında hepsi çok güzeldi.Hala bitmiş sayılmaz ama insan kaç kere yaşar ki bu zamanları?

Bunun yanında blogla pek ilgilenemiyorum, her işim bittiğinde sıcak sıcak evde pineklerken daha fazla şey anlatabilirim diye düşünüyorum.
Nikah için Çarşamba Giresun'a gidiyoruz, kocaman EVET'lerimizi söylemek için.Sonrasında da İstanbulda göbek atacağız.

Umarım herşey güzel geçer..Haydi eller havaya..laylaylaylayyyy

20 Temmuz 2009 Pazartesi

9 Temmuz 2009 Perşembe

ilk ve son muydu?


Geçtiğimiz ay bir cuma iş çıkışıydı onunla tanışmamız.Tünel tarafında ne yapsak ne yapsak diye gezinirken paşabahçenin karşısındaki dik yokuştan indiğimizde, meşhur Doğan apartmanının karşında karşımıza çıkıverdi.Şişman duymuş daha önceden, ben biliyorum burayı hadi girip oturalım dedi.Son dekorasyon numarası burada da uygulanmış yani her masa ve sandalye farklı telden çalıyordu, girişte sizi küçük alışverişlik şeyler karşıyor, küçük oyuncaklardan(fotoğraftakiler gibi), kaselere vs vs.Farketmeden 3-4 saat oturuverdik, canlı müzik başlamak üzereydi ki vapura yetişmek için istemeye istemeye kalktık.Güleryüzlü bir sahibesi ve garsonu vardı Mavra'nın.Sıcacık fırından yeni çıkmış portakallı limonlu kekinin tadı ağzımızda kaldı.Bir de fikirlerinize değer veren güler yüzlü garson kız 'ekşi mi? tatlı mı? beğendiniz mi?' soruları sordu her tattığımız şey için.
Şimdi gelgelelim niye herşeyi -di'li geçmiş zamanda anlattığıma, dün gelen bir maille Mavra'nın kapandığını öğrendim.Aslında kapandığı değil kapatıldığını..Neden niye bilmiyorum..Ama en kısa sürede tekrar o kekten yemek istiyorum, ilk ve son olmasın dilerim mavra'yla tanışmamız.

8 Temmuz 2009 Çarşamba

acil çıkış kapısı


ne büyük lüks kaçacak bir deliğinizin olabilmesi;
şehirden uzak, yeşillikler arasında sessiz sakin bir köşeniz olmalı mutlaka..şartlar henüz izin vermese de ilk hedefimiz bu bizim.
Şile Kızılcaköy'e gittik son iki haftasonu.Henüz keşfedilmemiş küçük bir köy, köy kahvesinin önünde pinekleyen amcaları ve birkaç bakkalıyla sessiz sedasız bir yer..
Gidiş o kadar olmasa da dönüşte hala İstanbulda olduğunuzu trafik yüzünüze vuruyor fakat geçirdiğiniz birkaç saat değer arabanın içinde bunalmaya.
Günlük hayat o kadar da saçma uğraşlarla geçiyor ki; kendinize yapabileceğiniz en büyük kıyak tertemiz bir nefes alabilmek aslında.Yediğiniz içtiğiniz herşey taptaze, kendi renkleri ve tatlarıyla..
Bol bol gezmeli ve temiz nefesler alabilmeli, -meli, -malı:)
hadi hayırlı gezmeler:)

15 Haziran 2009 Pazartesi

yaşlandığını hissetmek..




balayında yurtdışı hayallerimi hala koruyorum, zira şişman bu konuda henüz bir girişimde bulunmadı..şişman buradan sana sesleniyorum - artık yüzüne söylememe katlanamıyor çünkü - elini çabuk tut, aspiratörüme gittiğim yerlerden magnet almak istiyorum ona göre:)



neyse geçen gün pasaport işlemlerine artık başlayalım dedik ve şişmanla sabah yola çıktık..sahrayıcedid ilçe emniyetine geldiğimizde sonunu göremediğimiz bir kuyrukla karşılaştık, polis memurundan öğrendiğimize göre insanlar sabah 5'te sıraya giriyorlarmış, yurtdışına ciddi bir göç mevcut en azından bunu farkettik diyerek sırada bekleme işini büyük bir gönüllülükle başka bir güne bıraktık.Pasaport işlemi için vesikalık foto çektirmem gerekti, nereden bilirdim bu kadar zor geçeceğini, saçlarımı yaptırdım, makyaj yaptım, gittim güzel bakışlarımı atıyorum objektiflerin karşısında:) gayet kendimden eminim.Sonrasında fotoğrafçı gösteriyor, bir de bakarım ki aman tanrım birinde mi güzel çıkmam, olmamış dedim tekrar çekelim.Tekrar çekti ama yok olmuyordu, utandım artık birini seçtim.Ve şunu farkettim, yaşlanmışım:( Eski pırıltı, tazelik kalmamış yüzümde.Meğer bunun için zorlayıp durmuşum adamı.Diyor ki ben çıkarken 'görmedim sizin kadar konuşanını da:)' göremezsin tabi , nasıl bir travmayla karşı karşıya kaldığını farketmedi adamcağız.


seneye 30'um çok ta domuzum diyerek bu bahsi burada kapatıyorum:)

12 Haziran 2009 Cuma

yuva kurmak


yuva kurması ne zevkli bir iş..herşey senin bir kere garip olan şey o..senin evin,senin mutfak radyon, senin çamaşırlığın. Yorgunluğu bile keyifli, eşyaları yavaştan keşfetmek te bir o kadar güzel olacak. tabi yanım da hayat arkadaşım olacağı için yalnız da değilim..çocuk mantığıyla oyun arkadaşınız hep yanınızda.
İnanılmaz ayrıntıları varmış bu işin; örneğin havlu asacağından, perde kornişine, aslında ne çok ayrıntı ve ufak eşyalarla beraber yaşıyoruz.
Evimizde ana eşyalar yerlerini aldılar..şimdi keyifli taraf başladı..süslemek..vazolar, objeler, renkli zımbırtılar, bakmaktan sıkılmayacağımız pratik ve sade şeyler.

Balayı sırasında da birşeyler toplamak istiyorum.Hepsi bir yeri birşeyi hatırlatsın..

yeni bir sayfa, methini duyduğunuz bir filmi kurulup izlemeden önceki duyguya benziyor sanki..film başlasın artık, sabırsızlanıyorum:)

22 Nisan 2009 Çarşamba

canı sıkılmış bahar..


blog işin de pek başarılı olmadığımı itiraf ediyorum, yazmak konusunda ciddi bir isteğim olmadıkça parmaklarım kıpırdamıyor..ılkbahar ağırdan geçiyor İstanbul'da, dışarıda lodos var, kemiklerimiz bu yıl bir türlü ısınamadı.
peki ben bu arada neler yaptım? neler yapmadım ki, ağustosta yapılacak düğünümüz öncesi 1001 türlü ayrıntıyla ilgileniyoruz..kara kara düşünüp hesaplar yapıyoruz:)
bu arada kapitalist düzenin dişlileri arasında canım sıkıldı, ama 106 ekranın karşısında kelebek kabımızdan çekirdek çıtlayacak olmam yüreğime su serpti.
cüceleri unutursam ayıp olur..akşamları onlarla oynayıp yoruluyorum, kafamda hiçbirşey kalmıyor..
ama canım yine de sıkkın, hakkımız olan şeyleri niye gizli saklı fısır fısır konuşuyoruz aklım almıyor!!!
neyse ben biraz çekirdek çıtlıyım..

16 Mart 2009 Pazartesi

my sweet fiance...


Bir radyo jingle'ı var ..herşey çok güzel hayatımda...diye başlayan her sabah aynı saatte aynı yerde çalan, ister istemez gülümsüyorum duydukça.

hayat bu aralar çok tatlı..parmağımda parıldayan sarı halka gözlerimi kamaştırıyor.

18 Şubat 2009 Çarşamba

and the Oscar goes to...


Sinemayla alakalı bir iş yapmalıydım kanımca, şu fani dünyada tek olmayı istediğim meslek dalı ''sinema eleştirmenliği'' iken alakasız bir sektörde alakasız bir işle meşgulüm.
Ama her yıl gerçekleşen Oscar törenleri sayesinde egomu bir nebze de olsa tatmin imkanı buluyorum.
Adaylarımı belirleyerek bilumum Oscar anketleri doldurdum ve bu yılki asli görevimi de yerine getirdim.
Açık ara katıldığı bütün dallarda favorim ''Slumdog Millionaire''. Müzikleri, oyuncuları ve harika kurgusuyla çok güzel bir film.
Danny Boyle filmlerinin en nadidesi olan Trainspotting'i kaç kez izledim hatırlamıyorum, çimlerin arasına kayıp gitmek sahnesi canlanır hep gözümde.Danny Boyle filmlerinin renkleri birbirinden farklı olsa da her seferinde vurucu filmler yapmayı başarıyor, 28 days later da bunlara bir örnek.
Fani hayatta övünebileceğim tek tük özelliklerimden birisi de film seçimlerimin fena olmayışıdır.The Ten son zamanlarda izlediğim en absürb fimlerden..
ne izlesem diye düşünürseniz birgün eğer, kare kafaya sorun, cevaplasın:)
iyi seyirler..
bakalım Oscar tahminlerimde kaçta kaç yapacağım, izleyip görelim...

2 Şubat 2009 Pazartesi

2 Şubat Şişman 30'lara Merhaba dedi...




Az önce Şişman ve ben ' Revolutionary Road 'u izledik ve şahsi kanaatlerimizi paylaşmak isteriz;

  • Bir hayalin nasıl kırıklığa dönüştüğünü anlatıyor (Şişman)
  • İyi bir eş, iyi bir ev, çocuklar üçlemesinin ne kadar empoze bir hayat olduğunu şamar gibi insanın yüzüne vuruyor (Kare Kafa)
  • Kate Winslet bu sene Danny Boyle ile ödüller sizin (Kare Kafa)
  • Leonardo'yu biraz kilo almış gördüm (Şişman)
  • Güzel bir film, izleyebilirseniz izleyin (Kare Kafa)
  • Şişman doğum günün kutlu olsun (Kare Kafa)