26 Eylül 2010 Pazar

Pencerelerden kişilik analizleri..

İtalya, içimde bir uhdesin bundan böyle, haberin ola...

 ‘Paylaşmak’ isteği böyle birşey olsa gerek..henüz ordayken bile karalamalara başladım..söylemem gereken hiçbirşey kalmasın arkamda diye..
6 güne sığar mı bu kadar kendine has bir ülke..sığdığı kadar dedik ama kanımızın son damlasına kadar da savaştık inanın..Rota şöyle sıralanıyor; Roma – Floransa – Pisa – Lucca – La Spezia - Cinque Terre (Riomaggiore ve Manorala) – Cenova – Milano.
Aşk Çeşmesi
Hepsini anlatıcam, tüm hissettiklerim kayıtlı kalsın diye en çok..Unutkanlık göbek adımken, bu 6 günü unutmamalıyım 
Bir heyecan, pır pır çıktık yola..Roma’ya inince güneşli ama fazla yüz vermeyen güzel bir hava karşıladı bizi, güneşli ama serin tam gezmelik..

Vatikan
Roma; tarih kokuyor her yanı, her köşebaşı yeni meydanlara, devasa heykellere çıkıyor..İtalyanlar’ın bence en önemli özellikleri zevk sahibi olmaları..Görsellik nerede var ise orda ince bir zevk hissediyorsunuz. Bir kere çok şıklar, kadınları erkekleri iki dirhem bir çekirdek..İtalyan kesim takım elbise herkeste, topuklu ayakkabılar..Her yer renk renk Vespa..Ve mini Fiat’lar..İtalyanlar küçük araba seviyor, hemen anlaşılıyor. Bizim gibi dev jipleri ile cirit atmıyorlar..Aynı zamanda adları çıkacak kadar var, güzeller gerçekten..Kadınları alımlı ve bakımlı (takıya da bayılıyorlar), erkekler de ‘İtalyan erkeği’ lafını hakediyorlar. Neyse tekrar Roma’ya dönücem..Aşk çeşmesi, İspanyol merdiveleri, biribirinden güzel meydanları, yolda yürüken rastlayabileceğiniz sanatsal aktiviteleri, makarnaları, dondurması, espressosu, şarapları…çok güzel..sokakları, binaları, köprüleri, insanları…Roma’da 3 gün geçirdik, tesadüfen çok iyi bir yerde yemek yedik ama maalesef ismini ve yerini hatırlamıyorum. Roma bize ilk kurşunu attı ve yola çıktık Floransa’ya…

Roma'dan kareler..

Floransa
Ve kalbimin sahibi Floransa..o kadar sevdim ki, simgesini parmağımda taşıyorum hala..Roma tarih ise, Floransa sanat..Öyle incelikli ki her yeri..orda olduğumuz tek bir gün ayda bir kurulan yerel pazarına denk geldik..Takılar, defterler, ikinci el kıyafetler, seramikler..hepsi çok zevkli..kendime yaşlı bir teyzeden ne zamandır istediğim not defterimi aldım..artık ekranlara değil, çantamda hep taşıdığım defterime de karalıyorum..


Henüz Floransa’ya gelmeden bifteklerinin methini duymuş ve mutlaka
“il latini” ye gitmemiz gerektiği öğüdünü almıştık bir arkadaşımızdan..http://www.illatini.com/  İtalya’da restoranlarda Türkiye’den farklı olarak şöyle bir alışkanlık var. 4 kişilik masaya 2 farklı çifti yan yana oturtabiliyorlar. Biz gündüzden rezarvasyonumuzu yaptırdığımız halde, İtalyan kalbur üstü oldukları belli bir çiftle oturduk, pek sevimsizlerdi ama onlar gittikten sonra yeni gelen İtalyan çift pek tatlı ve konuşkanlardı. Milano’da oturduklarını ama hiç sevmediklerini dünyanın en güzel yerinin Venedik olduğunu söylediler bize, bir sonraki gelişinizde muhakkak Venedik’i de görün dediler, onlar da bizim gibi gezmeye bayılan bir çiftti anladığımız, İstanbul’a da 2 kere gelmişler ve akıllarında ne kalmış biliyor musunuz? Sokaklarda anında sıkılıp satılan portakal suyu arabaları..Bunu çok pratik ve güzel bulmuşlar..ne ilginç, bakış açısı işte..

Neyse efendim biftekler pek bir güzel ve kocamandılar…ardından ikram şampanyalar ve yine sert bir içkiye banıp yenen sert hamurlar geldi..Tatlı İtalyanlar’la vedalaşıp ayrıldık ordan..

Floransa bizi cidden sevdi çünkü, tatlı otel sahibemizden sonra Signoria Meydanında başlayan deli yağmurda aldığımız devasa yağmurluklarımızla eğlenirken, tam da o sırada Phil Collins konseri başlamasın mı, bir an gerçekten öyle sandım , yağmur altına sığınmış insanlar, sesi cidden güzel bir sokak şarkıcısıyla hep bir ağızdan şarkılar söyledik. Anlar vardır ya, keşke saklama kaplarında dolabımıza kaldırabilsek dediklerimizden, işte öyle bir saat geçirdik.
Gecenin bitiminde de İtalya ritüeli olan meydana karşı olan cafelerden birinde yeni sevgilimiz espressolarımızı yudumladık ..Floransa beni kalbimden vurdu ama vaktimiz çok kısıtlıydı..

Sabah erkenden 1 saat uzaklıktaki Pisa’ya yola çıktık, (araba kiraladık bu arada, cidden uygun fiyatlara ve çok yer görmek istiyorsanız şiddetle tavsiye edilir, tabi Eris Ramazotti CD’nizi hazırlayın yola çıkmadan..) Pisa küçük bir yer ama aklımızda kuleden çok Senegal’li arkadaşımız kaldı..Şişmanla bizi çok sevdi, bana bir çıngıraklı bileklik hediye etti, arkamızdan da uzun uzun el salladı..Zenciler ve çekik gözlülerin maalesef Avrupa’da ikinci sınıf olmaları fazlaca hissediliyor ve bu da çok üzücü..Pisa’da klasik pozlarımızı verip başımız göğe ermiş vaziyette ayrıldıktan sonra, bir o kadar daha yol yapıp Lucca’ya gittik. Lucca’nın en önemli özelliği şehrin çevresinde örülü surların içinde kurulmuş olması. Kale kapılarından giriveriyorsunuzşehir merkezine. Ve olan oluyor Lucca bize yapıyor sürprinizi, arabayı parkettiğimiz köşede bir sanat galerisi var ve bilin bakalım içeride bizi kim bekliyor…Steve McCurry’nin Afgan Kızı..Yani orijinal fotoğrafçının makinasından gerçek fotoğraf..Koşarak girdik sergiye..Uzun uzun meşhur Afgan kızına bakıp, “seninle de burada karşılaşmak varmış Afgan kızı” diyerek sergiden ayrıldık. Lucca’da toplam 2 saat ancak kalmışızdır muhtemelen Piazza Anfiteatro’da yemeğimizi yedikten sonra La Spezia’ya yola çıktık.

Manarola
Bir Monaco resmi vardır insanın aklında beliren işte La Spezia minik bir Monaco gibi..Sahil, yat limanı, denize bakan büyük apartmanlar..La Spezia’nın özelliği kendisine bağlı bulunan 5 cennet köşesi köyü..Namı diğer “Cinque Terre”. Biz bu köylerden Manarola ve Riomaggiore’yi gördük. Manarola’da da bir gece kaldık. Öyle güzeller ki, ordayken sanki bir film karesindesiniz. Ve inanın fazla romantik yerler..Zaten güneşin batışını izlerken, çevremizdekilerin çoğunun balayı çifti olduklarını fark ettik. Akşamüstü de “Via dell'Amore” da yürüyerek Manarola’ya döndük. Ayrıca aşk yoluna insanlar kilitler asmışlar.Anlamı da aşıkların kilitlenip ayrılmaması..Bu köylere araba ile giriş yapamıyorsunuz, arabanızı park alanlarına bıraktıktan sonra yürüyerek köye girebiliyorsunuz. Köyler arası ulaşım tren yoluyla yapılıyor. Tren yolculukları da 30 saniye falan sürüyor. Ve önemli bir ayrıntı Manarola’da sadece 2 küçük otel var ama bizim gibi oda kiralayan pansiyonları bulabilirseniz şanslısınız. (Hazırlıklı gitmek lazım) Manarola’da deniz ürünlerimizi mideye indirdikten sonra güzel bir uyku çektik.

Sabah ilk hedefimiz Milano iken üstün yol bulma yeteneğimizle kendimizi Cenova’nın içinde buldukCenova büyük bir liman şehri, ve yolları çok karışık ‘Autsrade’sini bulacağız diye kendimizi şehrin tepesinde buluyorduk nerdeyse..Cenova’da durmadan yola devam ettik.

Ve Milano, tatilimizin son mekanıydı..Manarola’dan Milano 4 saate yakın sürdü, bizim için oldukça yorucu geçti..Bir de Milano’da otel bulmak ve şehrin içinde kaybolmak bizi çileden çıkartsa da tatilimizin son günü için sabrımızı zorladık. İtalya’nın her şehrinin ayrı bir havası ve güzelliği olduğuna Milano’yu gördükten sonra birkez daha karar verdik. Milano, çok havalı bir kadın gibi. Çok şık ve güzel..ama burnu havada..her yerde olduğu gibi burada da şehrin ana meydanı olan Duomo katedralinin bulunduğu meydana doğru yola çıktık ama öncesinde oteldeki resepsiyonist çocuğa iyi restoranlardan birini sorduk, bize “Nabucco” yu önerdi. http://www.nabucco.it/

Çünkü bilmediğiniz yerlerde kaçınmanız gereken en önemli şey turistlerin olduğu alanlar..turistik restoranlarda çok baştan sağma ve kötü oluyor her şey..En iyisi şehrin içine doğru bilmediğiniz yerlere gitmek, keşfetmek… bu arada değinmeden geçemeyeceğim bir şey de Milano’da otel fiyatlarının oldukça yüksek ve dengesiz olduğu..Araştırıp gitmek te fayda var..Yine konuyu dağıtmadan Nabucco’dan bahsediyim, cidden oldukça revaçta ve kaliteli bir yerdi ama rezervasyon yapılmalı gitmeden önce..Garsona ne önerdiğini sorduğumuzda Milano usulü pilav yemelisiniz dedi…Ve önümüze bol safranlı sapsarı soslu enfes pilavlarımız geldi..Giderseniz muhakkak deneyin… Bu arada her yediğiniz yemeğin yanına “local wine” için..hem ucuz hem çok lezzetliler..Milano’da bizim kaldığımız günün ertesi gününde Moda haftasının açılışına hazırlanılıyordu. Meşhur eski çarşısı, çarşı dediğime bakmayın oldukça lüks dükkanların olduğu çok şık bir pasaj "Galleria Vittorio Emanuele II"..içerisine bir podyum kuruyorlardı…podyumun bir büyüğü de ana meydana açık havaya kuruluyor..son kez meydanda bir cafeye oturup espressolarımızı söyledik..italya’da tiramisu nasıl olur diye merak ediyorduk fakat hayalkırıklığı oldu..sevmedik…

Milano’da bizi büyüledikten sonra ertesi gün İstanbul’a dönüş günüydü..Herşey bu kadar..İtiraf ediyorum yazıyı kendim için yazdım çünkü bu kadar güzel geçen günlerin tüm ayrıntılarının hafızamın hışmına uğramasını istemedim.

Birkaç notla bitiriyorum artık,

• Maalesef hiç iyi bir pizza yiyemedim
• Roma dondurması bir harika
• Makarnalar her yerde çok lezzetli
• İtalyanlar çok sıcak kanlı ve yardımseverler
• Ve İtalya rüya gibi

* tüm fotolar bu geziye ve bize aittir, sevgiler...

23 Eylül 2010 Perşembe

Yaratıcılık

Videolar, fotoğraflar, 'be stupid' kampanyası, web sitesi, ayakkabıları için oluşturduğu 'kick my ass' tanıtımları, herşey süper olmuş..ajans dediğin böyle olur..tadını çıkarın
http://www.diesel.com/

Kısa filmlerin gençliğe hitabesi...

Tatil dönüşü ayağımın tozuyla, 15 kısa filmi peşpeşe izledim ve imrendim, cidden... Beni kıskandıran şey aslında izlediğim şeylerden çok bana ulaşan enerjileriydi...Evet çalıştığım yerin düzenlediği kısa film yarışmasına üşenmemiş katılmışlar ve neler çekmişler neler..Bir bakıma da iş olan ve değerlendirmek durumunda olduğum filmlerin hiçbirine içim düşük puan vermeyi elvermedi, çünkü bana ulaşan enerjilerine ve gençliklerine hayran kaldım..benim için mesai olan filmler, onlar için müthiş bir heves..işte güzel olan şey de bu...gençler kısakanıyorum sizi..helal olsun, daha da fazlası olsun..

Bu arada tatili yazıcam, uzun uzun, tüm ayrıntı ve fotoğraflarıyla...kaming sunnn

11 Eylül 2010 Cumartesi

tatil dediğin böyle olur..


Dalından koparılıp kahvaltı sofrasına gelen domatesler, pervasız çay keyifleri, sıcacık lokmalar, çiçek tohumlarına dokunmak, Simpsons fragmanından fırlamış gökyüzü ve tabi ki en tatlı tatil arkadaşım sevgili şişman..

7 Eylül 2010 Salı

TV

başlıyorlar, birbirinden avam teaser'ları ile halkımızı meraktan kudurtuyorlar..diziler..Türk halkının bir numaralı uyuşturucusu..beyin boşaltıcısı..sert erkekleri, boya küpü kadınları, kendini komik sanan maymunları ile ekranlardalar..her yıl ısıtılıp ısıtılıp sunuluyorlar...
sanmayın ki, her yerinden kültür fışkıran, pastel tonlarda giyinip fular takan biriyim..ama sinir oluyorum..cidden..
bu milletin başka şeylere ihtiyacı var..dün akşam şişmana da dediğim gibi heralde 40'ımda TV nedir unutucam..eskiden delisiydim aptal kutusunun, sabahlara kadar mel mel bakardım..büyüdükçe pek de akıllanmadım ama TV kendinden soğutmayı başardı..Sinemanın yeri hep aynı, o ayrı..
özetle, kendi çapımda kınıyorum, izlemiyorum, birini bile takip etmiyorum..yavan aşkları, medeniyetsizliği kabadayılık gibi sunmaları,komik olmayan şebekleri hiç ilgimi çekmiyor.
Bir de komedi anlayışımız var ki..Çok güzel bilmem neler bunlar diye birşey var mesela..ben o kadar diyim de siz anlayın..hala Anadolu'da yaşayan insanların şivelerine gülüyoruz, o kadarız yani.
Konu ne o ne bu, artık sıkılsın istiyorum Türk halkı bunlardan..sıkılalım da bunlar da toz olsun ekranlardan.
En sevdiklerim mi, gezi programları ve yemek programları, kahvaltıyla çok iyi gidiyorlar benden size tavsiye..Ha bir de maç sesi var..gariptir bana huzur veriyor, babamı, abimi ve şimdi de şişmanımı hissettirdiği için sanırım..öyle garip birşey işte..
bu kadar..