12 Aralık 2012 Çarşamba

anne, ben geldim

tam da bu an, bu anı unutmamak için bu satırları yazmalıyım.
annem kedi gibi koltukta uyuyakalmış, oğlum çoktan tatlı rüyalar aleminde ve babam her zamanki gibi evin içinde birşeyler arıyor..akşam yemeği sonrası bir tatlı huzur..
Giresun'dayım..saklayamayacağım, annemin yardımına ihtiyacım var. yorulduğumu benden önce farkedip, git sen biraz dinlen diyecek, beni benden çok düşünecek o kalbe ihtiyaç duyduğumdan burdayım..biraz şımarıp evime döneceğim..
Karadeniz pek bir tanıdık, yağmurlu, serin..
ve benim evim her zaman sımsıcak..

23 Kasım 2012 Cuma

sen


şimdi sen uzaktasın ya, seni özlemek hiç istemediğim cinsten...bilmediğim, tanışmak ta istemediğim..
sanma ki seni artık en çok sevmiyorum..32 parlayan incimsin sen benim, sıcacık ve hep içten..
Ozanım, güzelim, birtanem..

14 Kasım 2012 Çarşamba

Orhan baba, büyüksün baba!

Kimse duymadan ölmeliyim
Ağzımın kenarında
Bir parça kan bulunmalı.
Beni tanımayanlar
"Mutlak birini seviyordu" demeliler,
Tanıyanlarsa "Zavallı, demeli,
Çok sefalet çekti.."
Fakat hakiki sebep
Bunlardan hiçbirisi olmamalı.

***********************

Bugün ölmüş yarım asırdan fazla zaman önce, yazdıkları sık sık her okuduğumda beni şaşırtır..büyük şair, garibim Orhanım..

13 Kasım 2012 Salı

life is life


geldim gidiyorum, bir de üstüne anne oldum..bir de benden duyun; annelik büyük olay, acabalarınız varsa girişmeyin, hayat boyu yere bırakamayacağınız sağlam bir taş sırtlıyorsunuz ona göre.

yaş geldi çattı 32'ye..hayat nasıl da şekillendiriyor, daha dün akıl bir karış havada, sorumsuzca konuşup, sorumsuzca davranıyordum, kavakyellerinden sersemliyordum. Ondan önceki gün aklım fikrim oyunda, haylazlıkta, şımarıklıktaydı...bugüne bakıyorum, aslında geçmiş günlerde aklımı meşgul eden tüm hislerim hala benimle, bir de üstüne yeni şeyler ekleniyor..insan eklenerek giden cinsten, belki de yaşlılık ta bu yüzden..gitgide ağırlaşıyorsunuz, hisler, anılar, sözler, gözler..bir nokta da ne vücut taşıyabiliyor, ne ruh..giderken samimi bir tebessüm bırakabilmek en iyisi..ama hayat hep özlenir be, ne olursa olsun..bilinmezlik bizi arkaya baktıran.
tüm bunların yanında yaş aldıkça devir daim meselesi size de dokunuyor. anne, baba, teyze, dayı ufaktan hastalanmaya başlıyor. kanıksamak mümkün değil bazılarını. geride eksik kalacağını bildiğin kişilerin hayatından çıkacak olduğunu da bilmek bu döngünün en can yakıcı tarafı..el kol bağlı..dil bağlı..
akşam akşam yalnızlıktan mıdır, müzikten midir nedir..neyse siz boşverin...bilinmeyenin bir değeri olmayan, sonuçlanmayacak bir denklem bu biz küçük insancıklar için..gözümün önünde hergün büyüyen bir canlıyı görmek hayatla, zamanla yaptığımız maçtan çoktan mağlup ayrıldığımızı gösteriyor hergün, hergün..iyi akşamlar

6 Kasım 2012 Salı

2.45.07


Fotoda gördüğünüz geçtiğimiz sene katıldığım Avrasya maratonundaki derecem..Finish çizgisini fotoğraf çekerek geçerek de Türklüğümü kanıtlamış oldum:)

Hayatımda yaşadığım en absürt ve komik olaylardan birini o gün yaşadım.1 yıldır yazmam lazım bu olayı diyorum ama kısmet bu sakin Salı sabahınaymış. Kulaklarımda dün akşam izlediğimiz Mamutun soundtrack'lerinden the greatest..

Geçen sene şişmanla Avrasya maratonuna katılalım dedik. Asıl isteğimiz köprüyü yürüyerek geçebilmekti, hepsi bu.. Başvuruları internet üzerinden yaptık ve maratonda giyeceğimiz tişörtleri almaya gittik..ve yağmurlu bir Pazar sabahı köprünün Anadolu yakasındaki başlangıç noktasındaydık..Sultanahmet meydanında bitiyordu maraton. Başlangıç noktasında bir adam bana yanlış yerde durduğumu 15 km'lik maraton (yani asıl olan, Kenyalı arkadaşların katıldığı) yerinde durmam gerektiğini söyledi, meğer başvuru yaparken yanlışlık yapmışım, kendimi profesyonellerin katıldığı kısma kaydettirmişim..o an neden şişmanla benim tişörtlerimizin farklı renklerde olduğunu anladık:) ben kırmızı o mavi..cinsiyete bağlamıştım ama sebebi bu değilmiş..ben öylesine katıldım deyip değiştirmedim start'ta durduğum yeri.
Neyse efendim, gayet aheste aheste tadını çıkara çıkara Sultanahmet meydanına yaklaştık, hatta bir ara yol üstündeki Starbucks'a bile uğradık..Son 20 metrede maratonda olduğumuzu tekrar hatırlayıp, ambiyansa uyalım bari dedik, finish çizgisini koşarak geçelim:) başladık koşmaya..yolun iki yakasındakiler alkışlıyor falan biz iyice gaza geliyoruz, etrafa bakmadan koşuyoruz ve çizgiyi geçtik.

Geçer geçmez benim etrafımda 2-3 adam belirdi, kollarımdan tuttukları gibi bir çadıra soktular.. Çadırda 2 Kenyalı abla, bir de ben..benim üstümde üşürüm korkusu ile eşofman, sweatshirt, bere falan, kızlar şort atletli...bana bir ilgi alaka..nasılsınız, kendinizi nasıl hissediyorsunuz, buyrun dinlenin..hemen elime bir muz verdiler, bisküvi falan verdiler. birşeylerin yanlış gittiğini anladım ama bu anlattıklarım saniyelik olaylar..şaşkın şaşkın bakıyorum..şişman da arkamdan çadıra girmiş, bana bakıp sırıtıyor. kısa kesiyim; ben yanlışlıkla maratona kayıt yaptırıp kırmızı tişörtü giymiştim ya...meğer maratonda dereceye girip 3. olmuşum:))) maraton 15 km, tabi biz asıl parkuru yapmayıp kısa yoldan finish'e geldiğimizden kaynaklanmış bu olay, bir de benim yanlış tişörtten..ödül töreni olacak falan diyorlar..bana eşofman takım hediye ediyorlar, isterseniz kürsüde bunu giyin falan diyorlar..biz sessiz kalıp anın tadını çıkarıyoruz..5.000 TL de para ödülü olduğunu öğrenince daha fazla bu cümbüşü devam ettiremeyip "bir yanlışlık var sanırım" dedim..zaten bileğimdeki elektronik aletten de durum anlaşılırdı ya neyse..
birkaç dakikalığına kazanan hissi süperdi ve çok heyecanlıydı. Olay da acayip komikti..bir de benden verdikleri bisküvileri geri istediler, zaten duygularımla oynadınız vermem dedim:) muzu bisküviyi mideye indirip güle eğlene boynumuzda sembolik madalyonlarımızla pek bir gururla eve döndük:)

20 Ekim 2012 Cumartesi

...


selamlar, sevgiler..uyku molası arası yazıyı sıkıştırmam lazım..eski ahestelikler geride kaldı..kadınsan, anne olduğunda vitesi artırman gerekiyor, yoksa yetişebilmen imkansız. ve birçok şeyden vazgeçmen, aslında vazgeçme değil de ufak değişikliklere alışman..mesela çayın 2. bardağına, sabah uykusuna, gece uykusuna, uzun kahvaltılara, artık bye bye diyeceksin, soğuk içilen çaylara, kısa kestirmelere alışacaksın..itiraf edeyim ilk günlerde tökezledim, hiç kolay değil çünkü..ne oldu, ne yaptık falan oluyorsun, kaçınılmaz. artık kendin değilsin ilk sıradaki, örneğin tuvaletin geldi, çok sıkıştın gidersin di mi? ama bebek o an sana ihtiyaç duyuyorsa, önce o, sonra sen..tabi ego biraz sarsılıyor, anlaması da zaman alıyor.
bir de bana özel olarak sarsılmaz 32 yıllık evin küçüğü durumum sona erdi, kendimi bildim bileli hep çocuk hissettim ya da çocukluk yaptım, ergen olamadan anne oldum..tahtımdan indim yani:)
ama...acayip duygular oluyor yalan yok. bir iki saniye karşılıklı bakışınca ne his kalıyor, ne ihtiyaç..hayıflanmaların, şaşkınlığın onunla gözgöze gelince kayboluyor.
annelikten dem vuramayacağım, çünkü henüz pek bir yeni her şey. yavaş yavaş bakalım..
şu an olayın bakım aşamasındayız, henüz 2 aylık olmak üzere çünkü Kaan. birlikte yürüyüş yapmaktan ya da şakalardan şukalardan pek anlamıyor. yine de...Tarkan abinin de dediği gibi kalpten kalbe bir yol varsa bu aşktır elbet..elbet dedirtiyor çoğu zaman ve daha sıklıkla..parmaklarım sımsıkı tutuluyor, tişörtüme yapışılıyor, korktuğu an gözlerimin içine bakıyor..Olmak istediği tek yer benim yanım, hissettiğim bu..aşk denen şey bile değil sanki, başka türlü birşey, bambaşka..

11 Ağustos 2012 Cumartesi

seni beklerken...

Seni beklerken koluma bileklikler takıp çıkardım, her yemek sonrası parmak delip şekerime baktım, sağ tarafımdan sol tarafıma dönüp durdum..Seninle konserlere, sergilere gittik, arabalara binip, yollarda yürüdük, her gün işe gidip geldik..güldüm, ağladım, canım sıkıldı, sinirlendim, neyi ne kadar hissettin sen de hatırlayamayacaksın ne yazık..
Ve şimdi çok az kaldı, son nefesime kadar seni kucağımda, sırtımda taşımak için bekliyorum. Hiçbirşeyi, kimseyi beklemeyi bilmediğim şekilde seni bekliyorum..
Ne hissetmem gerektiğini bilemediğim çok oldu geçtiğimiz aylarda..öyle büyük bir duygu olmalı ki bana yaşatacağın..aptallığım bundan..
Hayatımız boyunca bana hatırlat kendini, başımın etini ye, uğraştır beni..ilk göz ağrım, son sevgilim..
Yolunu gözlet bana ve hep sonunda köşebaşından çık, gülümset beni..

Benim için yeni sezon başlarken, senin ilk bölümün ekranlarda olacak, şimdiden bir numaralı hayranınım...
Hikayemiz başlıyor, annen baban heyecandan yerinde duramıyor...

4 Temmuz 2012 Çarşamba

...


Karnımda suyun içinde bir bebek, Samsun'da suların altında bebekler, Suriye sınırında denizin altında birilerinin hala bebek evlatları..Ne düşünmeli, ne hissetmeli..

Kafaya bile takmıyoruz olan biteni, vah vah'larımızı bağışlıyoruz en fazla. Hesabı sorulamayan çocuklar yetiştiriyoruz, birşey olmaya görsün onlara, içimize, acımıza kaçıyoruz, üstüne yürüyecek ADAM bulamıyoruz. Biraz sesini yükseltmeyegör, alırsın ağzının payını, sokak ortasında onlarcası seni paralar, yine suçlu sen olursun.

Adaletsiz ülkenin, köylü kunazlarına kalmışız.
Üç yanı denizlerle çevrili Türkiyenin çocukları affedin, affedin bizi.

1 Temmuz 2012 Pazar

Doğduğun yıl..



Henüz gelmeden tüm post'larımı ele geçirdin bile..
Doğduğun (doğacağın) yıl, yani 2012.. Mayalara göre hayatın sonlanacağı, bizim için yeniden başlayacağı, sımsıcak yazının kavurduğu sonu 2'li uzun bir sene oluyor..Neler mi oldu şimdilik?

Karnımda ilk dinlediğin Madonna'nın yeni albümüydü, bununla da yetinmeyip konserine de gittik seninle..Galatasaray şampiyon oldu, ilk kez Oscar'ı sessiz bir film olan The Artist aldı, Suriye'de savaş çıktı çıkacak, dünya hala demokratik değil, "nasıl işime gelirse"yönetim sistemi ile yönetiliyor, Rembrant ve arkadaşlarının şairane tablolarına balktık seninle uzun uzun...sen benimle her sabah işe geldin, doğduğun yıl fiber diye bir teknoloji Türkiye'ye girdi, kısaca daha hızlı internet, belki 100 tane fiber toplantısına katıldın, hatta sana Fibercan diye takılıyorlar işyerinde..haberin var mı acaba tüm olup bitenlerden..merak ediyorum..

Kürtajın yasaklanması gündem oldu..Türkiye yine kafayı nereye çevireceğini şaşırdı..
Yusuf 2, ikizler 4 yaşına girecek/girdiler. Sen şu an 32 haftalıksın..artık tekmeleri bıraktın, içerde karateye başladın sanırım..karnımı şekilden şekile sokuyorsun..

Seni beklediğimiz için tatil olayımız da yok bu sene..deniz, kum güneş üçlüsünden bu senelik izin istedik..
Bilsen ne merak ediyoruz seni, anneanne, babaanne, herkes pek bir hazırlanıyor..
2012 uzay çağı derlerdi eskiden, uçan arabalar, metalik kıyafetler olacaktı..yok öyle bir durum, maalesef hala gelişmeye çalışan bir ülkeye geleceksin..
Yıl 2012, yaşıtların birbir geliyorlar, ilerideki arkadaşların, sevgililerin..sene dediğin rakamdan ibaret, sen de öğreneceksin ve ne hızlı hayat..


27 Mayıs 2012 Pazar

bir oğlum olacağına inanamıyorum..


sanırım tüm annelerin bebeklerini görmeden önce hissettikleri birşey bu..insanın inanası gelmiyor, çünkü doğa senin sersemliğini beklemiyor, hızlıca büyütüyor onu senin karnında..5. 6. aydan sonra minik kişi de kendini hissettirmeye başlıyor..sert tekmeleri canının istediği vakit savuruveriyor. "hey kendine gel" diyor, gelmeme az kaldı, inansan iyi olur..ama ben yine de zaman zaman inanamıyorum, hala çok acayip. benim için acayip olan şey şişman için daha da acayip, başrolünde olduğu bir filmin konusunu bilemiyor..kıyamam..

bebek beklemeyi düğün organizasyonuna çevirmemek lazım, ne demek bu, şöyle ki; odasını yapalım, envayi çeşit minik sevimli kıyafet alalım, aman bu da lazım aman şu da lazım..tabi ki güzel ailenin yeni ferdi için birşeyler almak ama durum tüm bunlardan daha ciddi...bir birey geliyor, önce size bağımlı sonra bağımsız olmak isteyecek. hayat eski hayat olamayacak, hadi şuraya gidelim hadi buraya gidelimler kolayca çıkamayacak ağızlardan..televizyon karşısında rahat rahat pineklenemeyecek, hergün taze şeyler pişirilecek, pizza söyleriz olur biter olamayacak...hep onun da düşünülmesi gerekecek, zaman zaman herşeyden önce..

yıllardır eleştirileri ölçmeden tartmadan savurduğunuz anne babanızın yerinde siz olacaksınız..hadi bakalım seni görelim denecek..hep en iyisi olmak istenecek ama baştan belli olan sonla asla en iyi olunamayacak..zaman geçiyor ve siz hep bir adım geriden takipte olacaksınız..
dünyaya yeni biri gelecek, anne diye bana diyecek..gözümün içine bakacak, sırtını dönecek.

bekliyoruz, başımıza ilk kez gelecek, hazırlıklı falan da değiliz, Allah kerim..
meraklıyız bir de, sesini, yüzünü, huyunu merak ediyoruz..hayatlarımızda bir ilk olacağı kesin, adı karşılıksız sevgi..karşılıksız..

1 Mayıs 2012 Salı

Pırpırlı Şiir


en sevdiğim şair bilmeden beni yazmış, bu bahar halimi..

Uyandım baktım ki bir sabah,
Güneş vurmuş içime;
Kuşlara, yapraklara dönmüşüm,
Pır pır eder durur, bahar rüzgarında.
Kuşlara, yapraklara dönmüşüm;
Cümle azam isyanda;
Kuşlara, yapraklara dönmüşüm;
Kuşlara,
Yapraklara

ORHAN VELİ

29 Mart 2012 Perşembe

3.2...

Kulaklarımda gitar sesleri, hayalimde ellerin. Bunu hakedecek ne yaptım bilmiyorum, çok ta dostum yok halbuki belki de hiç. İyilik yaptığım çok kişi olmamalı. Bir sebep geliyor aklıma, üzerimden elini çekmeyen siyah kadife saçlı genç bir kız tarifleyebildiğim. Yoksa bütün bunlar senin eserin mi?
Bu şehirde gökyüzü bulmak zor çoğu zaman. Can sıkmaya değer şey bulmak ta...İpe sapa gelen şeyler değil konuşulanlar, kafa takılanlar..

Herşeyin başı derin bir nefes, al alabildiğin kadar. Hayat kısa, anlar canını sıktığında bir daha içten gülememek te var. Zaman su, yaş 3.2...

17 Mart 2012 Cumartesi

17 Mart


Bugünü, bu sabahı bekledim.


17 Mart hayatımın büyük çoğunluğunda bir tabu gibi geçti, annemin doğumgünüydü ama kimse ağzını açıp tek kelime etmezdi. Ananem annemin doğumunda vefat etmiş, bizim için bugün hem merhaba hem de hayatlarımız boyu özlem duyduğumuz bir vedaydı.

Yıllarca veda ağır geldi, evdeki herkes tarihten habersiz gibi davrandı, sonra neden bilmiyorum bir yerde düğüm bozuldu ve anneme ‘iyi ki doğdun’ demeye korkmaz olduk. Ve farkettik ki o da mutlu oluyor, gülümseyebiliyor bugün.

56. yaşına girerken bugün, onu hayatımın bu döneminden sonra daha iyi anlayacağımı umuyorum. Çünkü ben de anne oluyorum..Henüz bu his karın şişikliğinden ve heyecandan ibaret, ama hayatın yepyeni bir penceresi açılıyor benim için.

Aylardır bu haber bende ama bugünü bekledim. Bu 17 Mart anneme bir adım daha yakınım ve hayatımın hiçbir döneminde özlemediğim kadar özlüyorum onu. Hamileliğin klasik olayları bende baş göstermedi, tek aşermem güzel annem...

28 Ocak 2012 Cumartesi

günümün içemediğim kahvesi

İnsanın blogunun olmasının bende uyandırdığı his şudur; hep açabileceğiniz bir pencereniz var temiz hava için..blogda da ne kadar özgür olduğunuz/olabildiğiniz önemli tabi. burası benim felsefesi güdülmeli, benim evim, benim odam istediğim lafı ederim, istediğim salaklığı yaparım, ukalalıkta sınır tanımayabilirim. zaten işin güzelliği de burada..

bana "günün kahvesi"nin hissettirdiği şey, havasız odalarda temiz havalara açılan geniş bir pencere hissidir..
3 yaşına çok az kalmışken, seviyorum seni bebeğim benim..

24 Ocak 2012 Salı

özet



Uzun zaman oldu. En son Berlin dönüşü birşeyler karalamışım. 2, 5 ay olmuş.Kış uykusu bir nevi..vaktimin yarısını uykuda geçiriyorum yalan değil. 9’da bayılıyorum, sabahları da cin gibi açılıyor gözlerim.

İstanbul koşturmacası devam, karanlıkta çıkıp karanlıkta dönüyorum. Bu zinciri kırabilenlerin hikayelerini gözlerim parlayarak okuyorum. Bir örneği de aşağıda namı diğer İpek hamının çifliği http://www.ipekhanim.com/ipek_hanim_ciftligi/ciftlige_giris.html , Pınar Kaftancıoğlu.
Pınar Kaftancıoğlu İstanbul’daki koşturmacadan bir çırpıda kaçıp Ege’ye yerleşiyor ve çiftiğinin başına geçiyor. Kendi domatesimi kendim üreteceğim hayali İstanbul’un plazalarında sık sık çınlasa da yapabilen insan bulmak epey güç. Pınar hanım’ın Ayşe Arman ile yaptığı röportajdan birkaç cümle yazıyorum buraya, bütün olayı özetliyor bence.
“Sabah kahvaltılarını bir plazanın cafesinde değil, sürekli bana gülümsedikleri halde, en ufak açığımı yakaladıklarında, yerime geçmek için kullanacak insanlarla değil, hakikaten içten, sıcacık gülen Ganimet Teyze’yle falan yapıyorum.”
Sitesini inceleyip dilerseniz çiftliğinden tazecik pek bir övgü ile bahsedilen her türlü sebzeyi, meyveyi, yumurtayı, ekmeği ve daha neleri neleri 24 saat içerisinde kapınızda bulabiliyorsunuz.
Görüşmeyeli İstanbul’a kar yağdı, pek eğlenceli değildi, 5 saatte 3 vasıyatla işten eve dönebildim. Çocukluğumda beni sevinçten zıplatan kar artık yolda zor yürütüyor.
Sonra yılbaşı oldu, 2012 geldi, uğurlu rakamım olan 2 ile bitmesinden heyecanla beklendi, beklendiğine değecek, gelişiyle hissettirdi.
Bir zamanlar anadolu’danı n oscar adaylığına kalamamasına üzüldük, Brad Pitt’in the tree of life’ı ile sarsıldık.
Soğuk havalarda yapılabilecek en güzel şey olan evde pineklemenin dibine vurduk.
Üşenmeyip Nazım Hikmet Jackson’la Ankara yollarına düştük, güzel Zeynep’in tatlı oğlunu kokladık.
Şişmanla bakışıp gülüştük, sebepsizce..belki de büyük bir sebepten, heyecandan, sevinçten..
günler günlerin peşinden koşup bir türlü yakalayamıyorken bugün tanıştığım Terry O’neill'in iki nadide fotoğrafıyla huzurlarınızdan ayrılıyorum..