31 Ocak 2011 Pazartesi

yettim!

Unuttum sandın di mi? ama hayır, bugün 2 yaşındasın..
Nice yıllara blogcuğum, bir bilsen bana ne iyi, ne eğlenceli, ne saçma geliyorsun..
Umarım uzun yıllar beraber oluruz..öpücükler

29 Ocak 2011 Cumartesi

Cumaya gittim gelicem..

Cumartesi sabahları erkenden uyanıyorum, bütün hafta yataktan sürünerek kalktığımı unutuyorum ve 8 dedim mi gözlerim tavanda..Bu sabah olduğu gibi..
Dün ufak notlar aldım..Hep çok genel şeyler için konuşup duruyorum ya, bugün sizin tanımadığınız insanlar hakkında yazacağım..
Dün sıradan ve çabuk akşamının olmasını beklediğim bir Cumaydı..Hep yapmak istediklerimi ama yapamadıklarımı, kızdığım ettiğim şeyleri anlatacak değilim ya..sıradan birgünde hiç de sıradan olmayan küçük güzel ayrıntıları anlatıyım size..

Sabah işe gittim, her sabah mailime düşen ‘şehir fırsatları’nı uzun zamandır okumadan siliyordum ama bu sefer subject’i dikkatimi çekti..Pegasus’tan %50 indirim, Mayıs ayına kadar alacağın biletlere indirim veriyor, yurtiçinde..hemen şişmana telefon, yok şuraya gideriz yok buraya gideriz diye..henüz net olmasa da Van’da kahvaltıya bile gidebiliriz aldığımız 10 adet indirim bileti ile..Sabah böyle başladı, fena değil ha…

Öğlen maniküre gittim.(gıpta ile baktığım manikürlü ellere kıskançlığımın zirve yaptığı bir andı hepsi bu yoksa rutin yaptığım bir aktivite değil ne yazık ki..bu iş için fazla tembelim) 12.30’a randevu..dakikalar önemli benim için, zamanında halledip mabedime dönmeliyim..kuaförde kasada duran, anladığım kadarıyla 2 manikürcü kızın yöneticisi kıvamında bir tip..randevuları bu ablamız alıyor..ben gittim, benim saatimi yanlış yazmış kasadaki, manikürcü kızın eli ayağına karıştı..sonra efendim benimle ilgilenirken 10 dakika ara ile kasadakinin ondan habersiz verdiği 2 randevu da gelmesin mi, kadınlar dik dik bakıyorlar.. dedim kıza ‘resmen nefret dolu bakışlar altında çalışıyorsun’ evet diyo, kasadaki kafasız bunlara sormadan peşpeşe randevular veriyormuş, insanlar gelip söylenip gidiyorlarmış, ben de çok üzülüyorum ama elimden bir şey gelmiyor diyo.. elimdeki işi hızlı hızlı baştan sağma yapınca da bütün günüm öyle geçiyor içim rahat etmiyor diyo..Kasadakine dertlerini anlattıklarında ise ‘daha hızlı olun’ diyormuş..Köle mi kardeşim bu insanlar! tahmin ettiğimiz gibi oldu, randevu saati gelenlerden biri bıdı bıdı söylendi ve gitti, haklı kadın tabi..bu arada kasadaki firar..yok ortalıkta..o sırada diğer manikürcü kız bizimkine bir şeyler mırıldandı..dönüp bana dedi ki, ‘kendime çok kızıyorum, biri bana ters bir şey dedi mi sesimi yükseltemiyorum, gereken cevabı veremiyorum, çünkü yapım öyle değil..’ görseniz sessiz sedasız ama işinde çok iyi bir kız..valla dedim eğer öyle değilsen, olamazsın da.. çemkirebilme, bir adım yırtık olabilme sonradan kazanılabilen özellikler değil, ya var ya yok..İşim bitti, koştur koştur çıktım..

Akşam oldu servise bindim..Sırf servis şöförü seçimimden dolayı eve biraz yürümeyi tercih ediyorum, yoksa bizim sokaktan geçen de var ama ona binmiyorum. Servis şöförümüz tıpkı manikürcü kız gibi işini şahane yapan bir insan, bir kere biz yolcuları ile ‘iyi akşamlar’ dışında bir iletişimi yok, sonra İstanbul trafiğinde çok seri araba kullanabiliyor, bu ne demek, beklemeyelim diye seri hareketlerle daracık sokaklardan geçip vaktimizi olabildiğince kısaltmaya çalışıyor, çünkü adam fazla tezkanlı ve kendisinin bizden önce beklemeye tahammülü yok..Dün akşam servise oğlunu getirmiş, ilkokula gittiğini tahmin ettiğim bir ufaklık, en önde oturuyor. Uyuyakaldı..Başladı horlamaya..Bizim servis şöförü servistekilerin rahatsız olacağını düşünerek uyandırdı çocukcağızı..Yani çocuğa yazık ama.. bunun adı duyarlılık, beni alteden yegane şey.. kapı aralığından görünen duyarlılığı siz de görebiliyorsunuz değil mi? Lütfen evet diyin..

Ve son olarak günümde öne çıkan bir insan olarak annem..Annemden 12 senedir ayrıyım, liseden sonra üniversite, ve sonrası derken ciddi bir telefon arkadaşlığımız vardır kendisiyle, bunun yanında kendisi telefonda konuşmaya da ayrıca bayılır. Beni tanıyan herkes annemi ve telefonlarımızı bilir..Yine akşam onunla incir çekirdeğini doldurmayacak şeylerden konuşurken, gülme krizimiz tuttu, arada sırada bu oluyor ve biz birbirimizle konuşamıyoruz karşılıklı, gülüp duruyoruz..dün akşam tam o sırada annemin kapısı çaldı, kapıyı açamadı krize girdiği için, ‘ibrahim, çöp yok’ diyebildi zar zor..’krizdeydim, kapıyı açamadım, seslendim dedi.’ Ha bu uzun kahkahalı muhabbetlerimizn ardıdan da zart diye hoşça kal der kapar telefonu..

Son olarak mahalledeki bakkal, dedim ya servisten inince biraz yürüyorum diye, yeni keşfimiz ‘çikolata şelalesi’ yapabilmek için (muhakkak deneyin, kutularda satılan hazır pastalardan ama cidden güzel oluyor) daha önce girmediğim bir markete girdim, aslında bakkal ve market arasında duran henüz isimleştirilmemiş anladığım çok ta müşterisi olmayan bir yer..Kasadaki adam görseniz nasıl kibar nasıl mazbut biri..Bütün aldığım şeylerle çok yakından ilgilendi, isterseniz sigarayı poşete koymayalım, yumurtalarla yoğurdu ayrı koyalım, bu da bizim telefonumuz gece 10’a kadar sipariş verebilirsiniz…çok teşekkür ederim dedim çıktım..

Sanırım dün iyi insanlarla karşılaşma günümdü, sonra bütün hafta hayalini kurduğum şey oldu ve evimin ziline basarak haftasonuna start verdim..

p.s: fotoyu da ben çektim, yanlış olmasın:)

26 Ocak 2011 Çarşamba

What do you want to do next?

Isyerinde yeni bir sayfa acmak istemeyeyim hep ayni soru..sormayin kardesim ya:(

22 Ocak 2011 Cumartesi

Yine Danny Boyle hep Danny Boyle

Yapıyor yapacagını, durup durup bizi şamarlıyor. "127 hours" gerçek bir hikaye, cast'ı toplasanız 10 kişiyi geçmeyen, sadeliğin en çarpıcı şey olduğunu her seferinde gösteren şahane bir film. Bir önceki filmi "Slumdog Millionaire" ne kadar Hint şaşaasını bağırıyorsa "127 saat" bir o kadar yalın...Bu adamın filmlerinin başlangıç dakikaları hep çok vurucu oluyor. Bu da öyle, bir gazla başlıyorsunuz, adım adım geriliyorsunuz, zınk diye duygulanıyorsunuz, gözleriniz dolu dolu birden sırıtıveriyorsunuz, kendinizi derin derin - herşey ne de saçma ve hayat aslında ne de basit - düşünürken yakalıyorsunuz..daha ne diyim çok iyi..Black Swan'ı da Fighter'ı da izledim. En iyisi buydu!
Ve birşey daha Danny Boyle'ın tüm filmlerinde müzikler özenle seçiliyor. Yine süper parçalar var. Benim favorim işte bu..
Filmin yıldızı James Franco. Daha önce Milk'te oynamış ama benim dikkatimi çekmemişti açıkcası, bu filmde döktürmüş..
Bu da fragman...Ayrıca bu da en fazla link verdiğim yazı olarak yıla damgasını kendi çapında vuruverdi..
Saygıdeğer insan Danny Boyle
Bir kaya ve bir adamla iyi bir yönetmenin neler yapabileceğinin reçetesi..Seyredin..

17 Ocak 2011 Pazartesi

Aferin..

Çok becerikliyiz..

Türkiye’nin en büyük takımı sabırsızlıkla beklenen yeni stadını açıyor, Galatasaraylılar kalpleri pır pır takımlarıyla stadlarını açmaya gidiyorlar..plansız programsız, kimin nasıl bir konuşma yapacağı bilinmeden, 40.000 kişinin ne tepki vereceği öngörülmeden köy meydanına çıkar gibi, sanki orası seçim alanıymış gibi, oraya gelen insancıkların çok ta umrundaymış gibi stadı o güne kadar kimin ne kadar yaptığı yapamadığı tiyatro başlıyor..

Zor tahmin edilecek bir şey değildi ıslık ve protestolar, ki daha önce ele güne karşı bile aynı tepki verilmişti. Ama öngörü ve risk yönetimi tarzı önceden akıl yürütmeye ne kulüp ne hükümet erkanı sahip olduğundan güzelim olay can sıkıcı bir mevzu oldu çıktı..
Cehaletimizle en güzel olayları bile boğazlarımız şişe şişe tartışıyoruz ya, ne kadar övünsek kendimizle az..çok becerikliyiz..

Bir de sonrası iyice seyirlik, bir taraf tehdit eder “daha bir şey imzalamadık ona göre ha!” diye öbür taraf ne kadar özür dilesek az diye yerleri öper, atılan ıslığına da güya tespit edilecek! taraftar sessiz sedasız sahip çıkar..
Biz bu akılla ne fezaya ne AB’ye, anca Mecidiyeköy’den Aslantepe’ye kavga dövüş gidebiliriz.

Madem kendi halinde Galatasaraylı olan benim bile hevesim kursağımda kaldı, ne başbakana, ne TOKİ’ye ne de Galatasaray yönetimine teşekkürü borç bilmiyorum. Yeni stadımız Sarısına Kırmızısına taraftarına hayırlı olsun…

elisabeth moss

Golden Globe alamasan da kalbimizin sahibisin Elisabeth..

9 Ocak 2011 Pazar

Cumayı Cumartesiye bağlayan gece..

Yazıyı dün gece yazamıyorum diye kıvranırken yazdım ama uykum geldi ve ısınınca daha lezzetli olan yemekler gibi bu geceye sakladım..

Yalan değil bazen uzun uzun düşünüyorum ne yazsam diye, çünkü (bu büyük ve gerçek bir çünkü) söylemek istediğim şeyler oluyor, cidden..ama henüz kendim bile anlayamadığımdan yazamıyorum da doğal olarak..heralde diyorum bunun nedeni haftaiçi işteyken kendimden çok uzaklaşıyor olmak, ve aslında bugün gitsem umrum olmayacak şeylere kafa patlatıyor olmak. işte bu yüzden Pazar akşamki ben ile Cuma akşamki ben iki farklı tip oluveriyor. ..bundandır bu Cuma akşamında bende bir tutukluk var..Yılın ilk haftası sıkı geçti, eskiden bu kadar yorulmuyordum ve gerçeklikten bu kadar uzaklaşmıyordum..neyse durum bu.. gecenin sonunda anneannemi özledim desem..hiç görmediğin biri özlenir mi, ben özledim.

Sonra bu yazının ertesi günü yani bu gecenin gündüzü dost meclisine girdim, benim şahsına münhasır süper bir dostum vardır, kendisi pılını pırtını topladı ve koşar adımlarla 1,5 sene önce İngiltere'ye kaçtı..ve bugün bana sarıldı..evimiz fazlaca kalabalık ve kalabalıktan kaynaklı sıcacıktı..hoşuma gitti..samimiyeti seviyorum, o kadar ender karşınıza çıkıyor ki..Mesela çevre projeleri, tutukluların hakları gibi doğallık, samimiyet, içtenliğin elden gitmesi üzerine de eylemler yapılmalı..protestolarla bağırınmalı..ağızlarda sakız olarak kalmamalı ama nedense insanlar madden görüp hissedebildikleri şeyler için tepkilerini bu yollarla gösterebilirken, kaybolan ve hayatın ana damarı olan duygular için aynı şey sözkonusu olamıyor...başlık olarak gündeme gelemiyor..
Başbakan kare kafa TRT 1'den yaptığı yurda seslenişinde vatandaşları gerçekliğe ve hergün 5 dakika sadece kendi hislerini düşünmeye çağırdı..

4 Ocak 2011 Salı

bana böyle haberlerle gelin

içeriğin ne olduğuna takılmadan düşünmek lazım..Kanadalı duyarlı sanatçımız körler için "touchable porn" dokunmatik porno:) diye birşey yapmış..çok iyi değil mi? Time bunu "best inventions" başlığında veriyor ya daha bir iyi oluveriyor..

1 Ocak 2011 Cumartesi

Güzel insan Zeki Müren.

Bu ülkede "marjinal" kelimesini hakeden tek bir isim vardır. Zeki Müren.

people i love - part 4

Sam Rockwell

01012011

Çocukken 2010 ne biçim bilinirdi? Vay be..herşey teknoloji sayesinde pek bir tıkırında olacaktı, uçup kaçabilecek, zırt diye Jamaika’ya ışınlanabilecektik..öyle olmadı tabi..ki dahası kıçından anladığımız sosyal paylaşımlarımızla cahilliğimiz tavan yaptı..saygısızlığımız, bencilliğimiz katlanarak arttı..bu yıl daha bi duyarsız olup, benden ötesi tufancılık akımında zirveleri kimselere bırakmadık..

Önce bir zehrimi atıyım da sonra bahsediyim, sıcak güneşten, yeni yerlerin sihrinden, elini tuttuğum sıcak avuçiçlerinden.. eskiden beri hayal etmeyi beceremedim ve hayattan ne beklediğimi ben bile bilemedim..bana bir tatlı huzur yeter o anda, ötesini düşünecek aklım kalmaz..güzel keşiflerim var, tavsiye edebileceğim..yazı yazmak, üşengeç olmamak, yenilik sevmek, eski kıymeti bilmek, hakedene sınırsız, haketmeyene verecek zerre dakikanın olmaması..liste uzar gider..yaş aldıkça, yıllar akıp gittikçe, akıl sonradan geliyor..hiç gelmemesinden, geç gelmesi iyidir.

2010’u, koca yılı da bir nefes de birşeycikler anlamadan bitirdik.. geçmiş olsun..Şakacı ve sürpriz sever olduğunu tahmin ettiğim 2011 sinsi sinsi gülerek gelsin, kahkahalarla bye bye densin..